4 Şubat 2011 Cuma

Woody Allen heyecanı, sene 2011


Yeni filmini duyunca çok heyecanlandığım yegane yönetmenlerden Woody Allen’in son çalışması; 'Midnight in Paris'. Nasıl ama? Adından bile etkileniyor insan değil mi?
Annie Hall’den beri New York sevdasını anlattığı bir ton filmi var Allen’ın. Belki o yıllarda üst üste o kadar çok NY filmi izlemek beni sıkabilirdi. Ama son yıllarda Match Point’le Londradan, Vicky Christina Barcelona’yla Barselona’dan çok şık karelerle kalbimizi çaldı. Şimdiyse Paris’i onun gözünden izleyecek olmak gerçekten güzel olucak.
Bana kalırsa, Woody Allen’in en önemli özelliklerinden biri, mükemmel oyuncu seçimi. Yarattığı karekterler otobüslerden atlayıp, silahlı çatışmalara girmediklerinden ötürü oldukça yoğun karekterler aslında. Yani seçilen oyuncu  karekterlerin hakkını veremezse film tamamen başarısız bir filme dönüşebilir gibi geliyor bana. Bu durumda hem o karektere hakkını veren hem de bu kadar gerçeğe yakın atmosfer yakalamak her oyuncunun harcı değil. İşte bu noktada da Woody Allen bence şimdiye kadar hep doğru seçimler yaptı. Her ne kadar bir dönem ‘Skarlet’e olan düşkünlüğünü biraz abartmış olduğunu düşünsem de yarattığı karekterlerdeki özgünlüğü çok seviyorum.
Özellikle Whatever Works’teki hafif hafif otobiyografik anlatımı, seyirciye bile laf anlatmaya çalışan Boris’in inanılmaz monologları (ve nadiren dialoglar) Allen’ın sinemasının özgünlüğünü, farklılığını hepimize tekrar hatırlattı.
 Midnight in Paris için yine iki güzel ve başarılı aktris seçimiyle sanıyorum  Allen bizleri pek yanıltmadı. Paris’i Cottilard’sız düşünmek zaten sevgili sevgilim Ozann Gönenç için de pek tatsız olurdu. Belli ki güzeller konusunda ağızlarının tadını iyi bilen Allen ve Gönenç’ın yeni bir gözdesi daha var artık: Rachel McAdams.
Şimdilik film hakkında oyunculardan başka söyleyebilecek bir şeyim yok tabi, ama Mayıs’ta izleyince tekrar konuşmak üzere diyelim tadımız kaçmasın.