29 Aralık 2009 Salı

İzmir is boooring...!



Hahha, İzmir gerçekten sıkıcı. Şu sokak modası olayını çok ama çok seviyorum. Geçen gün 3 saat kadar falan  'street peeper'in sitesinde vakit geçirdiğimi farkedince tabi, bu fotoğraflara olan tutkumun sapıkca olduğunu anladım. 
İnsanların içlerinden geldiği gibi giyinmeleri, yaratıcılıklarını kısıtlamadan etrafta dolaşması ilham verici. Biz etrafımızda böyle şeyler görmeyerek ne kadar mutsuz insanlara dönüşüyoruzdur kim bilir? Ben sokakta bir örnek gezmeyen insanlar görmek istiyorum. Lütfen bunun için bir şeyler yapılmaya başlansın. Sokak modası diye yaşayan bir şey bizim etrafımızda da olsun. Aksi halde ben Elle'nin street chic daily sayfasının sapkın bir fanı olmaya ve street peeper'daki fotoğrafları masaüstüme falan koymaya başlayacağım gibi görünüyor. Görsel zenginliği sanal yollarla tüketmekten sıkılmaya başladım artık. Ama her anlamda. 

29 Kasım 2009 Pazar

Yatak Odamızdaki Paranormal Şeytan VS Orman Cadısı Blair


Geçen gün Paranormal Activity'i izledim. (İzleyeceğim filmleri, film hakkında çok bilgim olmadan izlemeyi seviyorum. Sanki öyle olunca filmden daha fazla etkileniyorum/ daha az hayal kırıklığına uğruyorum.)

Yani filmi açtığımda ne hareketli kamera kullanılmış olduğundan ne de hayaletlerle haşir neşir olacağımdan haberdardım. Blair Witch tarzı kamera kullanımından ötürü insan ister istemez bir karşılaştırma yaparken buluyor kendini. Malum ilk olarak Blair Cadımız bizlerde aynı hisleri uyandırmayı istemiş, gençlerin ormandaki çaresizliğine çocukların 'handy cam' ınden şahit olmuştuk.

Ama sonra gördüm ki aslında Paranormal Activity ile Blair Witch bazı konularda benzeşse bile aslında birbirlerinden ayrıldıkları önemli noktalar var. Doğrudan söylemek isterim ki Paranormal Activity çok sevdiğimiz/korktuğumuz orman cadımızın açtığı yolda ilerlemiş olan en değerli örneklerden biridir bana kalırsa. BELKİ SPOILER BELKİ DEĞİL: Geceler geçtikçe yatak odalarındaki kameranın kayıtlarını izlemeye başlıyoruz. İlk geceler bir şeye rastlamıyoruz ama bu bekleyiş aslında filmi izlerken bizim psikolojik olarak germiş oluyor. Her an bir şey olabilir diye izlerken çiftin günlük hayatının basit yanlarına, hepimizin yaşantısından kesitler bulmaya başladıkça film daha da korkutucu oluveriyor aslında. Filmdeki öğeler ne kadar olağan ne kadar gerçekci olursa bizden bir şeyler sunarsa biz de o kadar filme dahil oluyoruz. Kızımız Katie'nin başına gelenler sanki bize de oluyor. Micah'nın hissettiklerini aynen hissediyoruz. Kız arkadaşını çaresizce koruyamayan Micah için de üzülüyoruz. Neden? Çünkü her şey çok gerçek! Beraber havuza giriyorlar, birbirlerini havuzda ıslatıyorlar, Katie'nin okuldan hocası arıyor, derslere devam etmediği için okulunun bir dönem uzadığını öğreniyoruz, erkek arkadaşı barfix çekiyor vs. Bunların hepsinin günlük hayatlarımızla paralel olması çok çok önemli. Ve bence asıl önemli olan, bu iblisin bize kendi yatak odamızda saldırmış olması. Üst düzey korumaya sahip harika bir evin yatak odasında. Alarm sistemi devrede ve pencereler de kapalı ama en savunmasız halimiz olan uyku zamanımızda bize saldırıyor. Bu filmden sonra Blair Cadısının ormanda saldırması neredeyse mantıklı gelmeye başladı aslında bana. Orman sonuçta yani başınıza her şey gelir çocuklar! Orman bu, ayısı var cadısı var...

3 Kasım 2009 Salı

İşsiz Adam, Hırsız Adam: Çağan Irmak

Şimdi diyenler olacaktır: "Ne gerek vardı şimdi bu konuyu gündeme getirmeye?" diye. "Bunu aştık Ç. I 'ı ya sevdik ya yetersiz bulduk ama yine de geçti gitti" diye düşünülebilir. Ama kendime engel olamıyorum. Bu yazıyı da bin bir öfkeyle, Show TV'deki TV'de ilk defa gösteriminin ardından yazıyorum.

Çevremde gerçekten çok sevdiğim insanlar var Çağan Irmak'ı çok beğenen. Her şey olur, her şey güzel. Kimseye bir şey ispatlamak istemiyorum. Fakat daha önce pek paylaşmamış olabileceğimi düşündüğüm biraz fikrim var, bugün ben bunları buraya bir yazıyım ve biraz olsun sakinleşeyim istiyorum.

20şer dakikalık reklamlarla Show TV'de sonunda bitirebildik filmi. Annem ağlayacak ama kadın tabi bir önceki sahneyi unutuyor reklamlar girince, annem bile ağlayamadı ağız tadıyla.

Filmimiz öncelikle başlar başlamaz bize çok samimi duygular hissettiriyor. Seyirciyi yakalama yoluna gidilmiş. Ama tabi nasıl gidilmiş? Bu önemli. Bunun için temelde izlenen bir kaç yol var tabi.

Öncelikle yönetmenimiz duygu sömürüsünü sever, bunu artık sağır sultan biliyor, bilmiyorsa da film eleştirisi okumuyordur. Toplumca sevdiğimiz değerleri ön plana çıkarmayı iyi biliyor Çağan Irmak. Aşk temasını filmin merkezine oturttuktan sonra 70'ler Türk Popunu da damardan veren Irmak'ın karşısında zaten elimiz mahkum. İster istemez seveceğiz filmi.  Birbirlerine yalan söylüyorlar aslında tabi ama ikisi de birbirini çok özlemiş kısmı bana neden bu kadar tanıdık geldi bilemiyorum şimdilik. Ama hiç şüphe yok ki Çağan Irmak'da bağımsız sinemanın takipçisi. Bir şeylerden etkileniyor illa ki. Ben bu kadar etkilenmeyi ve bu kadar takdir toplamayı bir arada düşününce Irmak adına vicdan azabı çektim doğrusu. Belki de güzel bir film ama filmin bu üst düzey başarısını, bu kadar olay yaratmasını ister istemez eleştirmek, insanların gözünü açmak falan istedim bir an.

Neden bilemiyorum.


Not: Filmin çok sevdiğim bir sekansı: Adamımız tavlama aşamasında kızın aradığı kitabı bulur ve koşarak kıza yetişir verir. Ama kız zaten bu kitabın her yerde olduğunu, asıl aradığının kitabın ikinci eli olduğunu söyler. Bunun üzerine adamımız kızı şu şekilde ikna eder: "Bak bu zaten ikinci el, bak şimdi bu kitap benim. (Kitabı göğsüne bastırarak) Benim, benim, benim. Tamam mı? Şimdi sana veriyorum. (Kıza verir). Bak, ikinci el oldu".

1 Kasım 2009 Pazar

filmlerdesondurum#1

Son zamanlarda izlediğim en kötü film: Kampüste Çıplak Ayaklar
Son zamanlarda izlediğim en başarılı film: Whatever Works

Sumo ve Bisiklet


Bu fotoğraf Salt Lake City' de bu yıl 4ncüsü yapılan etkinlikte çekildi. Cadılar Bayramına denk gelen bisiklet yarışında 13 sporcu sumo güreşçisi kılığında. Harika bir fikir, süper bir deneyim olabilir değil mi? İnanılmaz bir eşleşme. İyi ki bu harika fotoğraf  karesini yaratmışlar. Yanlardan geçen arabaların birinde olmak isterdim.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Pastel boyalara herkes gibi ben de düşkünüm.

Bir yaz ve bir miktar sonbaharı da geride bırakarak yazı yazmaya karar veriyorum. Büyük cesaret, ne gerek var, e şimdi 2 aylık bir heves bu gibi zihnimden tonlarcası geçiyor olsa bile kulak asmıyorum.
Geçtiğimiz bu son dönemde hayatımda değişen en büyük şey mezun olmam oldu falan gibi sıkıcı cümlelerle de giriş yapma ihtimalim var tabi ama bilemiyorum. Bu blogun ulaştığı kitle zaten 2 kişiden ibaret olunca daha ilginç şeylerden bahsedersem iyi olur diye düşünmüştüm. Son iki aydır çevirdiğim Osmanlı Denizcilik Tarihi ansiklopedisi hayatımı yeterince ilginç yaptı aslında. Belki de 'Suleiman the Magnificient' yok efendim 'Peter the Great' den falan bahsetsem bahsettikten sonra bileklerimi dikine kesmek pahasına hem öğretici hem ilginç hem de sıkıcı bir yazı yaşmış da olabilirim.
Bunlar hep ihtimal tabi, ama aslında ben sadece 1-2 şeyden bahsedip, sonra da izleyeceğim filmler hakkında buradan yorumlar yazmaya başlayacağımdan söz edecektim. Bu akşam Ozann'la birlikte Kampüste Çıplak Ayakları, cuma günü de '500 Days of Love' ı izleyeceğiz (Ozann henüz bilmiyor, filmlerde olduğu gibi ben biletleri önceden alıp ona sürpriz yapacağım). Nasıl izlerim bilemiyorum o zooyey miydi neydi çirkin isimli Ozann'ın saçma duygular beslediği aslında annesi yaşında olan kadın varken. Tamam kız çok şirin. Peki kabul. Çok güzel işler falan yapıyormuş, She and him'de tamam, sevebilirsin de yok efendim ' bu kız çok güzel' neymiş efendim, 'çok tatlı' diye ortalıklarda gezinmeye gerek yok gerçekten.
Ellerimle Ozann'ı bu filme götüreceğim, harika, of ama filmi merak ediyorum, büyük ihtimalle Ozann çok sevecek. Film hakkında bir şeyler yazarken o kıza karşı nötr olmaya çalışacağımdan emin olabilirsiniz.

Soldaki fotoğraf: Geçen yaz sürekli resim yaptık. Bu da onlardan bir tanesi. Ortadaki Ozann ve ayaklarında yeşil flip flopları var. Sağ üstte ben, solda zenith kameramız ve alt tarafta da Balçova'daki aqua city gününe ayıt bir enstantane.

16 Nisan 2009 Perşembe

Ray- Ban... Never Hide!

Bu linke tıklayın;
http://www.dailymotion.com/video/x8s8cj_rayban-super-chameleon_shortfilms

Rayban burdan yola çıkıp güzel bir reklam filmi çekebilirmiş. Çok komik! Ama gerçekten çok komik!

22 Şubat 2009 Pazar

Merdiven önemli konu arkadaş!



22 Ocak 2009 Perşembe

WonderBra Reklam Filmi

9 Ocak 2009 Cuma

Paris: Geçen ağustos ayı ve benim gençlik yıllarım










Geçtiğimiz Ağustos hayatımdaki en garip aydı. Ben rüyalarımda gördüğüm Paris'i, gözlerimle gördüm. Hayatımı Paris'te geçirmeye karar verdim. İlk kez Seine'i gördüğümde "tamam işte, bu!" dedim. Sonra da Türk mahallesinin olduğu St. Dennis'teki Telexphone denen garip bir ucuza telefon açma merkezinden bizimkileri aradım. "Burayı hepimiz görmeliyiz. Olay budur" falan demiştim.
Heyecanlıydım, çoşkuluydum. Çünkü şimdiye kadar tüm izlediğim Luc Besson filmlerindeki mekanların içindeydim. Amelié'nin yürüdüğü "Canal"'da "cider" içiyordum. Jean Luc Godard'ın Serseri Aşıklarından Patricia Franchini'nın "New York Herald Tribuuuuuune" diye bağırdığı Champs-Elysees' nin ortasındaydım. Bir zaman makinası sayesinde 2008 yılına gönderildiğime iyice inanmaya başlamıştım. Yeni Dalgacılar yüzünden, benim için Champs- Elysees hep siyah beyazdı.

Fransa tutkumun boyutları Yeni Dalga sinemacılarıyla sınırlı kalmadı. Bir kaç sene sonra muhtelif müzik videoları vasıtasıyla Michel Gondry'le tanıştık. Bizimkisi ilk görüşte aşktı. Onda hem melodik hem de benzersiz bir görsel tatmin hissini aynı anda yaşamıştım. Yarattığı o küçük oluşumların içine beni çoktan hapsettiği o yıllarda bağımsız sinemaya da ara vermiş sayılmazdım.

Zaten artık elektronik müziğin fransızlarını farketmek kaçınılmaz olmuştu. Daft Punk ile başlayan serüvenim beni fransız elektroniğine aç bir elma kurduna dönüştürmüştü. Ki o yıllarda izleyipte derinden etkilendiğimiz Dönüş Yok filminin müziklerinde de yine bu fransız ikilinin parmağı vardı.

Tüm bu yaşanmışlıklar Fransızca'yı öğrenmek için zemin hazırlarken, Paris'e gitme fikri biraz ütopyaydı. Ama sonra dedim ki, Pourqoui Pas?

Yukarıda Paris' teyken çektiğim tanımadığım insan fotoğrafları var. Tarih Ağustos 2008...