8 Nisan 2011 Cuma

41-29'a kulak ver!

http://www.41-29.com/wp-content/themes/portfolio/ig.html

27 Mart 2011 Pazar

Konu: Çevremiz



Çevre konusunda kolay gaza geldiğim söylenir. Evet! Doğru! Pre-Intermediate kitabında iki recycling ile ilgili konu göreyim. Okulun çöplerini ayırmaya kalkarım. Ama sonra geçer. 

Sonra bireysel çevreci tavrıma sessizce devam ederim. İşe bisikletimle gider gelirim, sümüklerim akar falan...

Dün de evde 'Antibiyotiği Bırakma' partimde 1 saat ışıkları kapatıp mumları yaktık. Youtube'un da destek verdiği bu 'Earth Hour' etkinliğinde yer aldık.

İç huzuru yakaladım ben, tavsiye ederim!

4 Şubat 2011 Cuma

Woody Allen heyecanı, sene 2011


Yeni filmini duyunca çok heyecanlandığım yegane yönetmenlerden Woody Allen’in son çalışması; 'Midnight in Paris'. Nasıl ama? Adından bile etkileniyor insan değil mi?
Annie Hall’den beri New York sevdasını anlattığı bir ton filmi var Allen’ın. Belki o yıllarda üst üste o kadar çok NY filmi izlemek beni sıkabilirdi. Ama son yıllarda Match Point’le Londradan, Vicky Christina Barcelona’yla Barselona’dan çok şık karelerle kalbimizi çaldı. Şimdiyse Paris’i onun gözünden izleyecek olmak gerçekten güzel olucak.
Bana kalırsa, Woody Allen’in en önemli özelliklerinden biri, mükemmel oyuncu seçimi. Yarattığı karekterler otobüslerden atlayıp, silahlı çatışmalara girmediklerinden ötürü oldukça yoğun karekterler aslında. Yani seçilen oyuncu  karekterlerin hakkını veremezse film tamamen başarısız bir filme dönüşebilir gibi geliyor bana. Bu durumda hem o karektere hakkını veren hem de bu kadar gerçeğe yakın atmosfer yakalamak her oyuncunun harcı değil. İşte bu noktada da Woody Allen bence şimdiye kadar hep doğru seçimler yaptı. Her ne kadar bir dönem ‘Skarlet’e olan düşkünlüğünü biraz abartmış olduğunu düşünsem de yarattığı karekterlerdeki özgünlüğü çok seviyorum.
Özellikle Whatever Works’teki hafif hafif otobiyografik anlatımı, seyirciye bile laf anlatmaya çalışan Boris’in inanılmaz monologları (ve nadiren dialoglar) Allen’ın sinemasının özgünlüğünü, farklılığını hepimize tekrar hatırlattı.
 Midnight in Paris için yine iki güzel ve başarılı aktris seçimiyle sanıyorum  Allen bizleri pek yanıltmadı. Paris’i Cottilard’sız düşünmek zaten sevgili sevgilim Ozann Gönenç için de pek tatsız olurdu. Belli ki güzeller konusunda ağızlarının tadını iyi bilen Allen ve Gönenç’ın yeni bir gözdesi daha var artık: Rachel McAdams.
Şimdilik film hakkında oyunculardan başka söyleyebilecek bir şeyim yok tabi, ama Mayıs’ta izleyince tekrar konuşmak üzere diyelim tadımız kaçmasın.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Puma Fall/Winter 2010- Sneaker Olayında Son Nokta

Puma'nın hani hep olur ya bazı modelleri, internette görürüz ama çarşıda pazarda satılmazlar. Acayip efsane olurlar. Yurtdışına çıkmaksızın bulunmayan güzellikte.

Ha pumalar şöyle dursun, bir de özel kolleksiyonlar var tabi artık onlar iyice şov. Ne demiş eskiler; 'It's show bussiness, not fun bussiness'.

Bu Urban Mobility koleksiyonunun yaratıcısı veyahut daha kuul adıyla keatif direktörü Hussein Chalayan. Fazla söze gerek yok. Kanye W.'ye alıcam bir tane göndericem Los Angeles'a.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Moon BootzaaaAAaaAagh!

Ne yalan söyliyim. Bayıldım Moon boots'lara. Ugg'lara ayı ayağı diyen birisi olarak bunlara neden bayıldın ki diyenler olabilir. Olmasın, bunlar acayip süper! Özellikle Vinyl modelleri harika. Siyah Vinyl bulursam direk alıyorum.

Bi kere doğrudan vintage bunlar, 69'da aya çıkıldığında popüler olmuş olabilir(di).Yeni bi şey değil yani, ezelden beri bildiğimiz ay botları canım. Ha bi de geçen sene Moon filminde gözüme çarpmıştı: 'Ay oğlana bak, o botlarla Winnie the Pooh şirinliğine geçiş yapmış' demiştim. Arkadaşlararasında dünya tatlısı tabir ettiğimiz Sam Rockwell'e Winnie dediğim için şimdilerde pişmanım biraz ama neyse, konumuz bu değil. Sonuç olarak, 70lerin ruhu var bu botların yapısında,o yüzden çok sevdim ben bunları heralde. 

Katolog da burada, buyurunuz!

6 Eylül 2010 Pazartesi

Kanat daha çok konuşsun, daha çok yazsın!

U2'nun yıllardır Türkiye'de konser vermemesinin nedeni sorulması üzerine Kanat Atkaya'nın 'al benden de o kadar' yanıtı :

EN İYİSİ BONO'YA SORMAK
Kanat Atkaya (Hürriyet)
U2'nun "insan hakları ihlalleri nedeniyle yıllardır Türkiye'de konser vermediği" gerçek midir, bizzat bu topraklarda ürettiğimiz bir şehir efsanesi midir bilemeyeceğim. En iyisi geldiklerinde Bono'ya bunu sormak herhalde. Ayrıca Türkiye insan hakları konusunda epeyce mesafe kat etmiş olsa da bu konuda halen temiz bir sicile sahip değil. Sahi, Festus Okey öleli/öldürüleli ne kadar oldu?
Hem U2 insan haklarını bu kadar önemsese, herhalde Guantanamo'nun, işkence seferine çıkan CIA uçaklarının mucidi ABD'de konser vermezdi. Bu kadar laftan sonra "Neyse, koy bir With Or Without You da keyfimiz bakalım Semra" diyemeyeceğim. Neyse...


22 Ağustos 2010 Pazar

Bir müzik festivali için Avusturalya'ya gider misiniz?

Bir müzik festivali için Avusturalya'ya gidilir mi? Ben bugün bunu 40 saniye de olsa (ki uzun da bir süre aslında) düşündüm.

"Herkes silkinip kendine gelsin, bu ne arkadaş, alay eder gibi" tabir ettiğimiz festival programlarından birine daha denk geldim. Bir de ben öyle kendini ispatlamış festivallerin programlarından hiçbir zaman çok etkilenmedim. Doğu avrupadan, Avusturalya'dan, İrlanda'dan çıkan festivallere hep daha sıcak baktım. Belki de bendeki United Kingdom kökenini sevmezlikten kaynaklanan bir sıkıntı var. Çok bıdı bıdı ediyorum biliyorum ama yani bana deselerki "sana Burmingham biletini aldık gidiş dönüş hadi bi gez gel", ben; "aa çok sağolun ya" der o bileti açığa aldırırım, ya da işte bir metropol görmek adına Londra'da fotoğraf çeker gelirim.

Konudan çok sapıldı ya, çenem düşük. Ben aslında Parklife festivalinden bahsedecektim. Sizi bilemem de ben programı okurken bile mutlu oldum, playlist yaptım, evde çoştum.

Bu parklife festivaline, myspace'ten ou est le swimming pool'u dinlerken denk geldim. Grup üyelerinden Charles Haddon geçen gün Belçika'daki bir konserlerinden sonra bir yerlerden atlayıp intihar etmiş. Kendini öldürene saygım yok, kendi bilir dedim geçtim. Mevzumuz Parklife zaten...